Ana sayfa » Petrol ve Hollanda Hastalığı

Petrol ve Hollanda Hastalığı

Hollanda Hastalığı nedir?

by BUNKERIST

2000’lerin başında, dünyanın en zengin üç insanının toplam serveti, elli azgelişmiş ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılasından (GSYİH) daha fazlaydı. Güney Asya’da, Orta Doğu’da, Güney Amerika’da ve Afrika’da, çoğu insan iyi yaşam koşullarını, eğer televizyonları varsa, yalnızca televizyondaki yabancı programlardan gördü.

Gelişmekte başarısız olan ülkeler genellikle kötü yönetilen ülkelerdi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, 2000 yılında yayınlanan bir araştırmaya göre, iyi yönetilen on ülke de zenginken, en kötü yönetilen ülkelerin hepsi fakirdi. Zenginlik ve yoksulluğu gösteren parametrelere bakıldığında o ülkenin eğitimi, yolları, vergi ve emek politikaları, siyasi ortamı tartışılabilir. Ayrıca ülkelerin konumlarından dolayı doğal zenginlik dediğimiz petrol, kömür, altın, elmas, bakır gibi minerallerin varlığı ve hatta yüzlerce yıl önce o ülkede yaşamış insanların bıraktığı eserler bile, doğrudan o toplumun zenginliğini etkileyebilir.

Özellikle petrol şoklarının yaşandığı 1970’li yıllarda dünya ham petrol ve doğalgaz fiyatlarının artması sonucunda dünyanın farklı ülkelerindeki petrol kazanımları toplumlara farklı şekillerde yansımıştır.

Hollanda 1959’dan beri büyük doğal gaz kaynakları keşfetti. Hollanda doğal gaz rezervleri bugün AB’deki tüm doğal gaz rezervlerinin %25’inden fazlasını oluşturuyor. Doğal gazın satışı, Hollanda’ya on yıllardır muazzam gelirler sağladı ve hükümetin bütçesine yüz milyarlarca avro ekledi. Bununla birlikte, ülkenin büyük enerji zenginliğinin öngörülemeyen sonuçları, ekonominin diğer sektörlerinin rekabet gücünü etkileyerek Hollanda hastalık teorisine yol açtı.

Nijerya

150 yıl önce, Afrika’nın Orta batısındaki Nijerya, bağımsız kabileler ve krallıklarla doluydu. Kabileler ve krallıklar sıklıkla birbirleriyle savaş halindeydi ve bu sürekli savaşan toplumlar İngilizlerle 1861’de karşılaştı. İngilizler, bölgesel aşiret reislerine hediyeler vermiş ve İngiliz koruması altında bir ülke yaratmak için bir antlaşma imzalamıştı. İngilizler, Nijerya’yı titizlikle yönetseler de, Nijerya için zenginleşme arayışında olmadılar. Mesele ne yazık ki sömürgecilik.

Birinci dünya savaşı bitince Avrupa ülkeleri aldıkları dersle sömürgelerinden çekildiler. Nijerya 1960 yılında bağımsız bir ülke oldu. Nijerya’da yönetim mekanizması kuruldu. Kişisel olarak fakir olmasına rağmen, ülkenin gelirleri potansiyel olarak yüksekti.

Tarım ülke için yeterince büyüyordu ve jeologlar son zamanlarda doğal gaz ve petrol kaynakları buldular. Ancak birkaç yıl sonra bir askeri darbe oldu. Bir general iktidarı ele geçirdi, altı ay sonra bazı subaylar generali öldürdü. Başka bir general iktidara geldi, ardından bir milyon insanın hayatına mal olan bir iç savaş patlak verdi. Bu kargaşa onlarca yıl sürdü ve sekiz general iktidara geldi. Tüm bu kargaşaya rağmen, Nijerya ekonomisi 1965’ten 1980’e kadar istikrarlı bir şekilde büyüdü.

Petrol, ülkenin ana ihracat malı haline geldi. Nijerya OPEC üyesiydi. 1973’ten 1980’e kadar, petrol fiyatı 10 kat arttı, ancak ekonomik kalkınma, yıllarca süren askeri yönetim, yolsuzluk ve kötü yönetim tarafından engellendi. 1980’lerin başında OPEC fiyat kontrolünü kaybetti ve petrol fiyatları tüm dünyada düştü. Nijerya’nın petrol geliri 1980’de 25 milyar dolardan 1986’da 5 milyar dolara düştü. Gelirdeki bu düşüş kötü durumu daha da kötüleştirdi.

Nijerya’nın yozlaşmış, beceriksiz ve beş parasız yönetici tabakası, ülkenin aç insanlarını içinde bulundukları çıkmazdan kurtarmaktan acizdi. Daha sonra 1989’da anayasayı değiştirerek hükümetin yetkisini daralttılar. Nijeryalıların sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim hakkı olduğunu söyleyen hükümleri kaldırdılar. Nijerya’da kişi başına düşen yıllık gelir 670 dolardan 300 dolara düştü. Petrol zengini bir ülke şimdi yakıt sıkıntısı çekiyordu. Bir zamanlar kendi kendini besleyen Nijerya, şimdi yurt dışından şeker, pirinç ve buğday alıyordu. Kısa bir süre sonra, sosyal doku dağıldı. 21. yüzyılın başında, dünyanın altıncı en büyük petrol üreticisi şimdi dünyanın en fakir on üçüncü ülkesiydi.

Norveç

Norveç ilk petrolünü 1966 yılında buldu. Norveç, OPEC’in dışında kaldı ve petrol fiyatlarını dünya piyasaları ile uyumlu tuttu. Norveçliler petrol gelirlerini “hediye parası” olarak adlandırdılar. Petrol keşfinden sonra Norveç’in satacak çok petrolü vardı ve ülke ekonomisi çarpıcı bir şekilde büyüdü. Ekonomide dengesizliklerin yaşanmaması için petrol ve gazdan elde edilen gelirin dikkatli kullanılmasına karar verildi. 1990’da Norveç parlamentosu bunu desteklemek için bir yasa çıkardı ve 1996’da fona yatırılan ilk parayla şimdiki Norveç Devlet Emeklilik Fonu’nu kurdu.

Norveç, gelişen petrol ve gaz endüstrisinin merkezlerinden biridir, ancak Norveç’te çok az gösterişli yaşam izi vardır. Camları renkli süper arabalar, ünlü markaların çantalarını satan dükkanlar, seçkin gece kulüplerinin önünde sıra bekleyen insanlar görünmez. Petrol yataklarına sahip diğer ülkeler gelirlerini uzaklara harcama eğilimindeyken, Norveç petrol ve gaz gelirlerini dev bir devlet fonuna yatırmaya devam ediyor. 1 trilyon doları aşan bu fon aynı zamanda dünya tahvillerinin %1,5’ine sahip ve her Norveç vatandaşını kron milyoneri yapacak kadar büyük. Bu fon büyük bir tasarruf hesabıdır. Çoğu Norveçli de bu durumdan çok memnun. 2012 yılında New York’ta Columbia Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre, Norveç dünyanın en mutlu ülkelerinden biridir. Fonun sıkı bir şekilde uygulanan kurallarına göre, fondan kalan paranın sadece %4’ü kamu projelerinde kullanılabilir veya harcanabilir.

Venezuela

1960 yılında OPEC’in kurucularından biri olan Venezuela, bugün Hollanda hastalığından mustarip. Venezuela için petrol sektörü, üretimin 1970’de günde 3,7 milyon varile çıktığı OPEC’in kuruluşundan sonraki ilk 10 yıl dışında, her zaman hükümetin “altın yumurtlayan tavuğu” olmuştur.

1973’te petrol fiyatlarına sıçrayan Arap petrol ambargosunun ardından iktidara gelen Carlos Andres Perez hükümeti, petrol gelirlerinden cesurca kamu harcamalarını 2 yılda üç katına çıkardı. Bu nedenle 1974 yılında 8 milyar dolar fazla veren ülkenin cari işlemler dengesi, 1978 yılında 6 milyar dolar açık vermiştir.

Perez, çözüm olarak, 1975’te Petróleos de Venezuela, S.A. – PDVSA’yı kurarak enerji sektörünü millileştirmeye çalıştı. Ancak, PDVSA’nın kamu harcamaları için kasasının pervasızca kullanılması ve 1979’daki İran devrimi sonucunda yükselen petrol fiyatları nedeniyle talebin düşmesi, Venezuela’yı 1982’den 1989’a kadar sürecek bir mali krize soktu.

Kamulaştırmanın pek bir faydası olmadığını gören PDVSA, bu sefer dışa açılma politikası izleyerek uluslararası pazarlarda ortaklar bulmaya çalışmış, Avrupa ve Amerika’da rafineriler satın almıştır. 1989’da ikinci kez seçimleri kazanan Perez, bu sefer aynı hataları yapmamak için teknokratlardan oluşan bir hükümet kurdu.

Programın başarılı yönlerine rağmen, kaçınılmaz yolsuzluk, kemer sıkma politikalarının yükü, düşen petrol fiyatlarıyla birleşince “Caracazo” olarak bilinen büyük protesto dalgalarıyla sonuçlandı. Siyasi kriz, 1992’de Hugo Chavez’in yaptığı iki darbe girişimi ve 1993’te Perez’in yolsuzluk nedeniyle görevden alınmasıyla devam ederken, ekonomik krizler peş peşe gelmeye başladı.

1994 yılında hükümeti devralan Rafael Caldera, petrol sektöründeki yabancı yatırımları yeniden teşvik etmiş ve maksimum petrol üretimi ve ihracatı stratejisiyle Venezuela’nın petrol üretimi 1974’ten bu yana ilk kez tekrar günde 3 milyon varilin üzerine çıkarak 1998’de günde 3.5 milyon varile yaklaştı.

Caldera’nın amacı, PDVSA’yı uluslararası rekabet gücüne sahip bir firma yapmaktı. Ancak, 1998-2000 yılları arasında yaşanan ekonomik krizler nedeniyle düşen petrol fiyatları bir kez daha çarkı felce uğrattı. Caldera, 1998 sonunda yapılan seçimlerde Hugo Chavez’e yenildi.

Hugo Chavez 1999’un başlarında hükümeti devraldığında, Venezüella’nın petrol üretimi, öldüğü 2013’te günde 2,7 milyon varile kıyasla günde 3,5 milyon varildi. Bu rakam, halefi Maduro döneminde günde 2 milyon varile düştü.

Petrol sektörüne ilk kez 2001 yılında adım atan Chavez, yine tanıdık bir tarifle Venezuela’daki tüm rezerv arama, petrol üretimi, satışı vs. işlerini hükümete bağladı. Bu, BP, Chevron, CNPC, Conoco, Exxon, Lukoil, Petronas, Repsol, Statoil, Total gibi büyük uluslararası şirketlerin Venezüella’nın ağır petrol rezervlerinde, özellikle keşfedilmesi ve çıkarılması çok zor olan Orinoco Kuşağı’nda yaptıkları yatırımların hesaplarını alt üst eden ilk adımdı. Aralık 2002’de PDVSA yönetimi, Chavez’in politikalarının ülkenin petrol üretimini olumsuz etkileyeceğini görerek genel greve gitti.

Ülkenin petrol üretimi, Kasım 2002’de 3,3 milyon varil/gün iken, Ocak 2003’te günde sadece 700 bin varile kadar düştü. Ekonominin çökmesine rağmen protestolara ve arada bir darbe girişimlerine direnen Chavez, karşılık olarak 19 bin PDVSA işçisini kovdu. O zamana kadar özerk bir yapı olan PDVSA’yı Enerji ve Petrol Bakanlığı’na bağladı ve “Fonden” adında, petrol gelirlerinin toplandığı ve sadece kendisinin kullanabildiği bir fon kurdu.

Chavez’in Venezuela’nın petrol endüstrisine ikinci darbesi 2007’de devlet gelirlerini artırmak için ülkedeki bütün yabancı firmaların operasyonlarında çoğunluk haklarını PDVSA’ya devrederek geldi. Sert devletleştirme adımları, işten çıkarmalar nedeniyle yaşanan tecrübe ve bilgi kayıpları, Venezuela’nın petrol endüstrisine yapılan yatırımları kesti ve büyük operasyonel kabiliyet kaybına yol açtı. Chavez iktidarı son yılında 44 milyar dolar petrol üretimini arttırıp kalıcı gelir sağlayacak yerde Chavez’in popülist politikasının finansmanına aktardı.

Yaklaşık 14 yıllık Chavez dönemi “petrol zengini bir ülke nasıl yönetilmemeli” başlığı altında, politikacıların kısa vadeli hesaplarının ülkeleri uzun vadede nasıl felakete sürüklediği konusunda bir ders olarak okutulabilir.

Tüm bunlar ışığında bir toplumun zenginliği sahip olduğu doğal kaynakların sayısı veya getirdiği gelirin büyüklüğünden öte o gelirin nasıl kullanıldığı toplumların zenginliğini belirleyici olabilir.

Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. -M. Kemal Atatürk.